30 Eylül 2012 Pazar

Değişim... Ayrılık güncesi 2


Bir yılda 31.530.000 saniye var. Bir saniye de 1000 milisaniye , 1 milyon mikrosaniye , 1 milyar nanosaniye var. Nanosaniyeleri yıllara bağlayan tek sabit şey “değişim”dir. Atomdan galaksiye kadar tüm evren  sürekli değişime uğrar. Ama biz insanlar değişimden hoşlanmayız. Ona karşı koyarız , bizi korkutur. Hayali bir durağanlık yaratırız.  Dünyanın sabit kaldığına ve şimdiki gibi olduğuna inanmak isteriz. Ama bu büyük paradoks hiç değişmez.  Bir ana yapışıp kaldığımızda o an çoktan geçip gitmiştir. Anlık görüntülere yapışıp kalırız, ama yaşamdaki görüntüler sürekli değişir. Her nanosaniye bir öncekinden farklıdır.


Zaman bizi gelişmeye zorlar. Uyum sağlamaya zorlar. Çünkü  gözümüzü her kırptığımızda ayaklarımızın altındaki dünya değişir. 



Yaşadığımız her ilişki de başka rollere bürünürüz. Daha çok,  karışımızdakini mutlu etmek için , bizi sevmesi için farklı rollere farklı zevklere sahip oluruz. Oysa kendimiz gibi olduğumuzda bizi seven insan ile birlikte olmanın en doğru olduğunu tavsiye ederiz etrafımızdaki aşkzedelere , dostumuza , arkadaşımıza. Birçoğumuz ki ben de buna dahilim , kendimizi unutmuşuzdur bile belki. Sonra biri gelir , içinizde sizin uzun zamandır unuttuğunuz çok küçük bir parçanızı , "benliğinizi" size hatırlatır gibi ortaya çıkarır. İşte o kişiyi alır en güzel tahtınıza yerleştirirsiniz. Ve değişim başlar.  Siz onun için o sizin için değişmeye başlar. Ben de öyle yaptım. "Öz"den geçtikçe sanki daha çok sevdim sevildim. Sonrasında en büyük yanlışlar başlar. Sevgiliyi kurcalama dönemi. Değişim bize yetmiyor , yontma dönemi başlıyor. Bir yerde bu yontma tıkanınca ise ayrılık sürecine giriliyor. Tüm keskiler körelmiş , tüm çabalar sarfedilmiş bir şekilde kabullenme dönemine giriliyor. Benim girdiğim gibi. Bir de görüyorsun ki , gerçekte olmasını istediği erkek hiç olamamışsın. 

Ve bu kabullenme döneminde en acı veren şey ise  onun soktuğu şekle girmiş ve kendinden uzaklaşmış olman oluyor. Hayatının her yerinden o çıkıyor , alışkanlıklarından , zevklerinden , seyahatlerinden , yatağının sol tarafından , okuduğun kitabın yazarından , sevdiğin kedinin isminden , içtiğin çayın tadından , tanıştığın bir kadının saçından , birçok şarkının nakaratından veya alakasız bir kaç sözünden... Oysa değişim devam ediyor ... 
Keşke olduğumuz gibi kabullenilebilsek ve bir birey olarak sevilebilsek. Keşke bunun yolunu açacak şeyin , onu olduğu gibi kabullenip bir birey olarak sevmekten geçtiğini anlayabilsek. Keşke bu erdemi taşıyan "iki insan"lar olsak. bu geceki tek dileğim bu , geçmişim veya geleceğim için...


milyarlarca nanosaniyeden biriyim... :)

18 Eylül 2012 Salı

Girdap... Ayrılık güncesi 1

1992’de Çin’den Amerika’ya gitmekte olan bir gemiden denize bir konteyner düştü ve pasifik okyanusuna tam 29.000 plastik ördek yayıldı. 10 ay sonra ilk plastik ördekler Alaska Sahiline vurdu. O zamandan beri ördeklere Hawai’de Güney Amerika’da , Avusturalya’da hatta Kuzey Kutbu’nda bile rastlanıyor. Ancak 2000 kadar Ördek , Japonya , Alaska , Kuzey Pasifik ve Aulet Adası arasında kalan akıntının oluşturduğu Kuzey Pasifik Girdabına yakalandı . Girdaba yakalanan nesneler genellikle girdabın içinde kalır , aynı yolu izlerler , sürekli aynı sularda dolaşıp dururlar. Ama bu her zaman olmaz. Yolları hava değişimlerinden , denizdeki fırtınalardan ya da bir grup balinanın yollarına çıkmasıyla değişebilir. Plastik ördeklerin kaybolmasından 20 yıl sonra bile hala dünyanın pek çok sahiline vuran ördekler vardır. Girdaptan çıkan ördek sayısı arttıkça , serbest kalmanın mümkünatı artar. 

Yıllar boyu aynı sularda geziyor olsanız bile elbet bir gün sahile ulaşmanın yolunu bulursunuz.

İşte bu ayrılığın ilk günlerinde bu girdabın ortasındayım. Belki etrafımda aynı durumda bir çok insan var ama siz de bilirsiniz, herkesin acı eşiği kendine özeldir ve herkes kaldıramayacağını hisseder, boğulmanın, bu nefessiz kalmanın bitmeyeceğine inanır.  Arkasına sığınırsın "Allah insana kaldıramayacağı acıyı vermez " lafının ... İşe yaramaz ama bir çok söz gelir aklınıza. Türlü ruh hallerinden geçersiniz. Bir güçlü  , bir zayıf , yeri gelir ağlar yeri gelir duvar gibi dimdik olursunuz. Sonra sosyal medyanın birinden bir ileti gelir , sevgi - li bir yerde hayatını idame ettirmektedir. Oysa daha çok yenidir her şey , oysa sen gitgide girdapta daha da boğulduğunu hissederken , öte yanda akıp gitmekte olan bir hayat vardır. oysa o sevgi-li dir halen , "sevgi" nize haiz kişidir halen. O zaman bir yerden su almaya başlarsın daha da dibe batmaya başlarsın. Panik halinde bu deliği kapatmak için bir araç ararsın . Bulduğun her şey bırak kapatmayı daha da batmanı sağlar.  Ne çivi çiviyi söker , ne donanı buzla ovmak işe yarar... Tüm atasözleri ıskartaya çıkar. "Zaman" der herkes , o zaman geçmek bilmez. Zaman hiç bir şeye derman olmaz , geçmek bilmez. Sanırım bu hisler , ister kadına ait ister erkeğe ait olsun, tüm kalpler için geçerlidir. sevgi-li der ki " biz birbirimizin güncesi değiliz , bana yazma daha fazla..." İşte o an bir çıkış yolu , bir blog bulursun , bilinmeyen kimselerle acını paylaşmak için, sosyal medyada saklı olduğun , saklı insanlara içini dökebildiğin , seni anlayacağını , paylaşacağını sandığın saklı insanlara. Başka çiviler ile çivini sökmek yerine , bu bloga "kerpetenmiş" gözüyle bakıp içini dökersin.

Devamı gelir mi bilinmez ... Gelirse her zaman böyle melankoli olmaz... Belki benimde yolum bir balina sürüsüyle , bir ters akıntı ile değişir, ben de belki bir gün sahilime kavuşurum...

Binlerce ördekten biriyim...